Kâinâtı halk eden Kudret Sâhibi Zât-ı Zülcelâl, yarattığı her şeye dört kademeli tek kánûn koymuş. “1. İctimâ, 2. Hareket, 3. Sükûn, 4. İftirâk” dediğimiz bu kánûn dışına çıkmak için, “yaratılmış” olmamak lâzım! Yaratılmışsan, bu kademelerden geçmek zorundasın. Ya’nî, zerrelerden toplanacaksın, teşahhus edip harekete başlayacaksın, sonra bir noktada duracaksın, toplandığın gibi de dağılacaksın. Bu kánûn herkes
Cenâb-ı Hakk’ın hikmetine akıl sır ermiyor. İran’da fakir bir çoban olan Sâsân, bir gece çok değişik bir ru’yâ görmüş. O civârda ru’yâ ta’bîr etmekle de meşhûr Babek’e gidip anlatıyor. Sâsân’ın bir oğlunun olacağını ve dünyâ çapında bir devlet kuracağını anlayan Babek, çocuğun kendi evlâdlığı olması şartıyla ru’yâyı ta’bîr eder. Anlaşma gereği “Babek’in oğlu” olarak tanınan
Ye’cûc ve Me’cûc ateşine yonga atan Vatan gazetesi, Başkan Bush’un Irak’ı işgâlinden dört ay sonra söylediği şu sözü tekrâr almıştı: “Tanrı bana, ‘George, git Afganistan’daki teröristlerle savaş’ dedi, gittim savaştım. ‘George, git, Irak’tâki despotluğu bitir’ dedi, bitirdim. Şimdi bana Tanrı’nın ‘Git, Filistinlilerin devlet kurmasını sağla, İsraillileri güvenliğe kavuştur, Ortadoğu’ya barış getir’ dediğini hissediyorum. Tanrı’nın izniyle
Söz tutmayan karıyı elbette birileri Nirvana’ya ulaştırır. Afganistan ve İran’a girme konusunda da ABD ile sâdık uydusu İngiltere bu misâle benzedi. Bütün dünyâda aklı yeten herkesin toptan yaptığı ikâza kulaklarını tıkayıp, gözlerini yumarak İslâm topraklarını işgâl etliler. O tatlı tatlı yemenin şimdi acı acı çıkarma vakti geldi… Geçen gün bir haberin başlığı, “İngiltere-ABD Irak konusunda
Bu Yazıyı Gazete Neşretmedi! Mevsimlerin insanlar üzerinde te’sîri olduğu gibi, elbette hayvanlar üzerinde de te’sîri vardır. Sâkin sâkin duran sevimli hayvancığın birden canavarlaşması, herhâlde dış te’sîrlere de bağlıdır. Dünyâ yüzünde gerçekten “Müslüman devlet-Müslüman idareci” karaborsa olduğu için, kaynağı semâvî olan emirleri ve yasakları devlet gücüyle tatbik edecek bir merci’ de -Osmanlı sonrası- kalmadığından; İslâm kelimesinden
Kudüs derken, aslında Filistin’i kasdediyorum; fakat bugünlerde işgálci Siyonistler Mescid-i Aksâ’nın altını oymaya çalıştığı için Kudüs öne çıktı ya, ben de oradan söze girmiş oldum. Biliyorsunuz, -aslında bilmiyorsunuz-, Filistin bölgesi bütünüyle bizim devletimizin elinden çıkalı 90 sene bile olmadı. Maalesef, üç nesil içinde bizim hâfızalarımızdan Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksâ izleri silindi. Dünü eşelemeye kalkışmak
Milâdi de olsa, yeni bir senenin birinci günündeyiz. Artık geriye bakma ihtiyacı hissetmiyorum. Zaten kimsenin de geriye bakarak ibret alma gibi bir derdi gözükmüyor. Ben hiç olmazsa ileriye bakma gayreti içindeyim, kimseciklere o da gözükmüyor. Herkes bugünü kurtarmanın telâşında. Mazi ve müstakbel hissi taşımayan “büyük başlara” dönmüşüz. İleriye bakınca ise, uzak plan ne kadar netse,
Cenab-ı Hakk’ın iki kısım “emri” vardır, “Emr-i teklifi” dediğimiz kısım, Rabbimizin “Hakim” isminin tecellisidir, “ilim ve hikmeti” tazammun eder. Peygamberler ve mukaddes kitaplar vasıtasıyla insanlara ve cinlere verilen dinî emirler bu cümledendir. Bu kısım emirlerde “kudret” tecelli etmediği için, mükellef olan insan ve cinler bu emirleri tutup-tutmamak hususunda mecbur kılınmamışlardır. Kâfir ve mücrimlerin bu gibi
Dün de beyan ettiğim gibi, Tempo dergisinin sorularına verdiğim cevabın kalan kısmını da bugün sizlere sunuyorum: Bu on beş adet “Mehdî”, her birisi kendi asrı içerisinde yaşamış olup, Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Büyük Mehdî” vasfını taşıyanı dahi Kıyamet kopmadan önce gelecektir. Hicri 14. asrın “Mehdî’si” olarak kabul edilen Bediüzzaman Hazretleri, kendisinden sonra gelecek olan “Başkumandan” ünvanlı “Mehdî”