Yakılınca kış günü ısınmak için ateş, Bir köz alıp gönlümden ateşe eyledim eş. Bilemedim bir volkan olduğunu içimin, Dozu fazla yüksekmiş bu zamânsız seçimin! Şâirlik bu ya gûyâ, fona bir müzik koydum, Merâk uyansın derken, hayli gümbürtü duydum. Nazarları âfâka dağıtmaya taş attım, Sesleri duymak için kulak üstüne yattım. Gelen ba’zı seslere baktım da garîb
Ekrem Abi yeniden kamçıyı almış ele, Şevk atının yolunda kesmiş yine kurdele. Ben de sesleniyorum áşık kardeşlerime, Gelin halay çekelim, Arş’a çıksın gulgúle! Kur’ân Nûru 6.000 sayfa rafa yakışır, Şâkirdler nasıl olsa o tarafa bakışır; Biz verelim halayın ta gözüne kardaşlar, Durgun sular elbette dura dura kokuşur! “25. Söz”de yazılanlar bize ne! Kur’ân hocalarındır, onlar
Geçen yıllar cesedi değiştirip dururken, insânın çevresi de nasîbini alıyor. Eski dostlar müzede yerlerini bulurken, yeni dostlar onların yerlerine geliyor. Bulunduğu ân neyse, insânın hâli odur; yeni dostlar o zâtı o hâliyle tanırlar. Mâzíde kalan günler o ânın fotoğrafı; eski dostlar hâliyle o günlerde kalıyor. Eskinin âlâyişi, nümâyişi çoğ idi; Kaplan deyince gelen o levhalardır
Yılların yorgunluğu inzivâya hükmetti, Vitrini terk etmekte aradım selâmeti. Nûr dersleri rûhuma tâze bir şevk yükletti, Ballardan daha tatlı ihvânın muhabbeti. Lâkin bir Apo’muz var, başımda tatlı belâ; Sırma saçlı, nûr yüzlü ve dahi gözler elâ; Tuttuğu kopmaz ise, sıraya girer salâ! Ee, can tatlı, mecbûren kalem çeksin zahmeti! Ayıp olmasın diye bir şeyler karaladık,
Gençliğin ilk yılları, başımda kızıl bir fes; Kader bizi uçurdu Mardin semâlarına. Ömerli-Kızıltepe cânibinden geldi ses: “Ey gáfil, at o fesi; azık var mı yârına?” Mesnevî-i Nûriyye içinden çıktı bir nûr, Aklım, nefsime dedi: “Yeter, artık burda dur!” Fesin rengi yeşile dönünce geldi huzúr, Zálim de mecbûr kaldı, kalktı ahret kârına. Altı sene dolaştım başımda