Bu sene Avrupa seyahatinden dönüşte intibâlarımı aktarırken şöyle demiştim: “Avrupa’nın dört bir köşesine dağılmış ve Haçlı torunlarının istiskáli ile ezilen Müslüman kardeşlerimizi bu sefer değişik bir gözle izledim. Hele yârın İslâm coğrafyasının göbeğinde ciddî bir şer’î devlet vücûd bulsun, bugün ezilen ve hor görülen bu Müslüman nüfûsun Avrupa’da niçin bulunduğu o zamân daha iyi anlaşılacaktır.
Yazar kardeşimiz Mustafa Çelik, beyninin hamûlesin-den damlatmış. “Şeyhine, efendisine, ağasına, politik partisine güvenerek Allahu Teâlâ’ya kulluğu ihmal eden, ahirette bunların kendisini kurtaracaklarına inanmış olanlar, kutsal duygu ticaretinin mağdurları; onları buna ikna edenler ise, kutsal duygu ticaretini yapanlardır.“ Vakit, 12.08.2003 Var mı bugünün dünyasında böyleleri? Yoksa zebil mi? Efendi delikanlı medreseye çöreklenmiş, kendisine şer’î bir mesele
Cenab-ı Hakk’ın iki kısım “emri” vardır, “Emr-i teklifi” dediğimiz kısım, Rabbimizin “Hakim” isminin tecellisidir, “ilim ve hikmeti” tazammun eder. Peygamberler ve mukaddes kitaplar vasıtasıyla insanlara ve cinlere verilen dinî emirler bu cümledendir. Bu kısım emirlerde “kudret” tecelli etmediği için, mükellef olan insan ve cinler bu emirleri tutup-tutmamak hususunda mecbur kılınmamışlardır. Kâfir ve mücrimlerin bu gibi
Dün de beyan ettiğim gibi, Tempo dergisinin sorularına verdiğim cevabın kalan kısmını da bugün sizlere sunuyorum: Bu on beş adet “Mehdî”, her birisi kendi asrı içerisinde yaşamış olup, Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Büyük Mehdî” vasfını taşıyanı dahi Kıyamet kopmadan önce gelecektir. Hicri 14. asrın “Mehdî’si” olarak kabul edilen Bediüzzaman Hazretleri, kendisinden sonra gelecek olan “Başkumandan” ünvanlı “Mehdî”
Beş gün üst üste “iyi ki geldin Erik!” başlıklı yazılarla önümüzdeki yakın zaman dilimi içerisinde Irak’a asker sokan ülkelerin başına gelmesi muhtemel gelişmelere parmak bastım. Bugün ise, bu köşede 26 mart 2003 günü neşrolan “Pak bir istikbalin eşiğindeyiz” başlıklı yazımı almak istiyorum. Erik’e iyi bir haşiye olacak kanaatindeyim: 17 Ağustos zelzelesinden sonra bir yazıda, Kuran-ı Kerim’in
Risâle-i Nur Külliyâtının ikinci mühim eseri olan “Mektûbât” içinde yer alan “27. Mektub”, esas itibariyle “Nûrun birinci talebesi Hulusi bey” ve “Hulus-i sânî” olarak bilinen Sabri Efendi’nin Bediüzzaman Hazretleri’ne yazdıklarından ibarettir. Sonra teberrüken diğer talebelerin ve dostların mektupları ile Üstâd’ın bazı mektuplarının alınması üzerine hacmi kabararak Lâhika Mektupları meydana çıkmıştır. 27. Mektub’un esası olan o
İslâm’ın şuuruna vardığı andan itibaren gerçekten bir İslâm mücahidi gibi davranan, Allah’ın dininden zerre kadar taviz vermeden ilerleyen, hatta idam sehpasına çıkmakta tereddüd etmeyen merhum Seyyid Kutub; bir eserinde, Mevdûdî’nin İslâm ıstılahları kitabına atıfla şöyle diyor: “Her itikâdî tasavvuru ve ondan doğan içtimâî nizâmı, hatta dünyadaki bütün insanî faaliyetlere hakim olan nizamları içine alması bakımından,
Öyle diyor Yunus, “Sen derviş olamazsın” diyor. Zira, derviş dediğin kişi, “Dövene elsiz gerek” ve “Sövene dilsiz gerek” imiş. Nefsimi yokladım, o da aynen merhum Yunus gibi dedi: “Sen derviş olamazsın!” Fakat, kalbin bir köşesinden bir feryat yükseldi, itiraz etti: “Niçin olamayacak mışım? Benim neyim eksik?” Öbür sesin sahibi gayet sakin cevapladı: “Dinde bir kardeşin
Ne güzel başlık. Genç ve faal kardeşimiz Serdar Arseven’in bana da imzalayıp lûtfettiği son çalışması. Her şeyden önce başlık çok güzel ve çarpıcı. Gerçekten bütün âlem bir “sona” doğru finişe kalkmış halde. Bizim Serdar, mesleği ve kariyeri gereği sadece bu ülkedeki son’la ilgilendiği için umûmiyetle buradaki gidişatın “sona doğru” meyil aldığını anlatmaya çalışıyor. Okuyanlar görecek
Rejimin Kur’ân’a ve İslâm’a toptan hücum etmesi üzerine bütün gücü ile semavî sisteme sahip çıkan Bediüzzaman Hazretleri (r.a.), rejimin bütün suikastlerine rağmen Hıfz-ı ilahî ile yıkılamadı. Vicdanında inanç bulunan Anadolu çocukları ise o zata sahip çıkmakta gecikmediler.. Üstadın ilk talebeleri arasında asker olanlar da az değildi. Albay Hulusi Yaylagil, Binbaşı Asım Bey Yüzbaşı Refet Barutçu,