Cenâb-ı Hakk’ın hikmetine akıl sır ermiyor. İran’da fakir bir çoban olan Sâsân, bir gece çok değişik bir ru’yâ görmüş. O civârda ru’yâ ta’bîr etmekle de meşhûr Babek’e gidip anlatıyor. Sâsân’ın bir oğlunun olacağını ve dünyâ çapında bir devlet kuracağını anlayan Babek, çocuğun kendi evlâdlığı olması şartıyla ru’yâyı ta’bîr eder. Anlaşma gereği “Babek’in oğlu” olarak tanınan Erdeşir, gerçekten de tam iki bin yıl hüküm süren ve asıl babasına nisbet edilen Sâsânî imparatorluğunu kurar. Ekseriyetle o imparatorluğun idârecileri Zaza, askerleri Kürt, ahâlîsi de Fars kavminden imiş.
Çobanın oğlunu koca bir imparator yapan, Allah’tır. Hani, nerede Sâsân’ın oğulları? Aynı Allah’tır ki, koca imparatorluğun temellerini dağıttı, idârecilerinin sülbünü kuruttu. Bu zamânın Erdeşir’leri kendilerini ne sanıyorlar acabâ? Yıkım ekiplerinin yaklaştığını, enkaz toplayıcıların da el oğuşturduğunu hissedebiliyorlar mı?..
Rasûlullah (sav) Efendimiz nübüvvetle şereflendiğinde, ateşe tapan Sâsânî orduları, ehl-i Kitâb olan Bizans ordularını duman etmişti. Bu zafer, Mekke müşriklerini bile sevindirmişti. Âyet nâzil oldu, “Ğulibeti’r-Rûm” (Rûmlar mağlûb oldu) buyurarak, yakın zamânda tekrâr gálib olacaklarını haber verdi. Gerçekten de kısa zamân sonra Kisrâ ile iki ordu kumandanı arasında anlaşmazlık çıktı, o iki kumandan da Bizans İmparatoru ile gizlice anlaştılar ve Sâsânî ordusu ağır bir mağlûbiyyete uğratıldı.
Sütûnumuz hikâye sahası değil; kıssadan hisse o ki, bir ülkenin idârecileri arasına, hele de idârecilerle asker arasına ihtilâf girdi mi, aradan Bizans İmparatoru çıkıverir!..
Araya bir ilâve yapalım: Yukarda zikrettiğim “Rûmlar mağlûb oldu” meâlindeki âyetin ebced hesâbı 1432 yapıyor. İslâm kaynaklarına göre “Rûm” veyâ “Benî Asfar” kelimeleri umûmiyyetle “Batılılar” demektir. Ya’nî, Hicrî 1432 senesinde Batılıların ağır bir mağlûbiyyete uğramaları kaçınılmaz gözüküyor. Sığır çobanlarının oğullarına “ABD İmparatorluğu” lütfeden Allah, elbette onların kökünü kurutmaya kádir olduğunu da gösterecektir. Küllü âtin karîb…
Yine İslâm kaynaklarına göre, Türkler, Hz. Nûh (as)’ın oğlu Yâfes’in soyundandır. Bulgar ve Yunan kavimlerinin asılları da Yâfesî’dir. O yüzden kendilerine “Ye’cûc ve Me’cûc’ün amcaoğulları” denmiştir. Rûmlar ise Hz. İbrâhîm (as)’ın soyundan olup Sâmî ırkındandır. Fakat, İsrâîl dîninden mürted olarak Yunanlıların dînine girmişlerdir. İngiliz kavmi de Sâmî ırkındandır. Ne garîbdir ki, Hz. Nûh (as)’ın hemen hemen bütün torunları bu asırda aynı seviyeye indi; neredeyse bütün kavimler dünyâ hayâtını âhiret hayâtına tercîh ederek materyalist oldu. Ne Sâmî’nin Yâfesî’den farkı kaldı, ne de Hâmî’nin. Öyle değil mi?
Yeniden bir tûfân olur mu bilmem; ama bildiğim bir şey varsa, o da, bu gidişin gidiş olmadığıdır…
Bu Ramazân’da bir akşam terâvih kılmaya gitmiştik, gittiğimiz yerde asılı takvimin kapağında Hz. Ali (kv)’nin kılıcı resmedilmişti. Altında da, “Varına kıldı nazar ol Hálık-ı Perverdigâr / Zât-ı Hakk’ın emriyle Düldül’e oldu süvâr / Na’râsının heybetinden kâfir oldu târümâr / Lâ fetâ illâ Ali, lâ seyfe illâ Zülfikár” yazılıydı.
Allâhu a’lem, şu dünyâ kavimlerinin toptan hak ettiği ve görmesi kesinleşen tûfân, Hz. Nûh (as) devrindeki gibi olmayabilir. Allah Rasûlü (asm) Efendimizin haberlerine bakarsak, Hz. Ali (kv) Efendimizin torunlarından Hz. Mehdî (as) yakında Zülfikár’ı eline alarak Düldül’e süvâr olacak ve Allâh’ın kitâbı olan Kur’ân ile dedesinin sünneti olan hadîs-i şerîflerin ahkâmını evvelâ İslâm âlemine sonra da bütün dünyâya hâkim kılacaktır.
Olur mu? Gözü maddeden başka bir şey görmeyen, aklı gözüne inmiş insanlara göre bu bir hayâldir. Sâsân’ın torunları da öyle sanıyorlardı. İran’lı çobanın torunları, koca imparatorluğun tuz-buz olacağını ve isimlerinin târih sahnesinden silineceğini hayâl edebilirler miydi? Sığır çobanlarının torunları da aynı hâldeler. Na’râsının heybetinden kâfirlerin târümâr olacağı bir Ali illâ bulunmaz mı sanıyorsunuz? Kurban olam Zülfikár’ın sapına ve o kabzayı tutacak bileğe!..
Vakit