Vatikan’ın Türkiye’deki güzide temsilcilerinden Monsenyör Maroviteh’in daha 1960 öncesi Risâle-i Nûr gruplarına yakın ilgi duyması, Üstâd’ın vefat ettiği vakit Urfa’da bulunması, sonraları da büyük bir aşkla “Cevşen” okuyup tavsiye etmesi elbette büyük bir jestti. O grupların sayıca en büyük kitlesinin sesi olmayı başaran Yeni Asya gazetesi de ABD’nin “The Christian Science Monitor” gazetesinin copright haklarını almak süreriyle o jeste mâ’nâlı bir karşılık vermiş sayılabilir.
“Cevşen-The Christian Science Monitor” paslaşmasının doğurduğu “science”, ya’nî “ilim ve fen aşkı”, daha sonra o câmianın en büyük kitlesi olmayı başaran bir grubun yurt içi ve dışında canhıraş bir “okul açma” faaliyyeti olarak meyvesini vermiştir. Her ne kadar o câmia mensûbları kendi aralarında, o okullar vâsıtasıyla “İslâma hizmet” edildiği, ülkenin dînden hoşlanmayan kesimlerince ise “irticâ eğitimi” yapıldığı söylense de; bir siteye Enes Can ismiyle yapılan şu yorum dikkate alınmalıdır:
“Peki bu okullarda nasıl bir öğretim yapılıyor? Türkçe öğretiliyor; bütün dünyâya Atatürk. Atatürk’ün Nutku. İstiklâl Marşı öğretiliyor. Vietnam’dan geldim yeni, hüngür hüngür ağladım orada! Buradaki müfredâtın aynısı okutuluyor.” (Haber 7, 14.11.06)
Şu samîmî tesbît, câmia mensûblarının da ve câmia düşmanlarının da gerekçelerini boşa çıkarıyor. O okullarda okutulan müfredât, Türkiye’dekinin aynısıdır! Böyle olduğu içindir ki, İslâmdan zerre kadar hoşlanmayan Bülent Ecevit bu okullara sâhip çıkmıştır. “Bu okullar olmasaydı, Türkî Cumhuriyetlere şeriat gelecekti” demiştir. Ecevit’in ölümünde de o câmianın ABD’deki lideri Fethullah Gülen Hocaefendi samîmî bir tâziye i’lânı vermiş; aynı câmiadan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Harun Tokak da bir okullarına Ecevit’in isminin verileceğini açıklamıştı (Haber 7,10.11.06).
Nedense bu son teklif aynı sitede yoğun bir tepki bombardımanına tutuldu. Ba’zılan şöyle diyordu:
“Yakın zamanda okulların birine George BUSH ismi de verilirse hiç şaşırmam. Yakışmıyor…” (Kasım Abidoğlu, Haber 7,13.11.06)
“Ömründe Allah kelimesini bile doğru düzgün ağzına almamış olan birinin ismini mi okula vereceklermiş? Olur, bugün Ecevit okulu açsınlar; yârın bigün Ariel Şaron câmisi açsınlar. Başka zamân da Bush kütüphânesi (yoksa medrese mi?) açsınlar!” (İlyas Yurdagül)
“Ecevit ne zaman halkın içindeydi? Bir Cuma namazında bile görünmeyen biriydi.” (Sabri Uslu)
“Şu âna kadar hizmet okullarınızda bir Hırıstiyanı veyâ Yahûdîyi Müslüman yaptınız mı, yoksa çok sayıda Müslüman gencin Hıristiyan olmasına mı vesile oldunuz? Bu ülkenin öz sermâyelerini insanları aldatarak toplayıp götürüyorsunuz; bu ülkenin mi eğitime ihtiyâcı var, yoksa onların mı? İslâmda öncelik yardım hakkı Müslümanın mı, yoksa kâfir topluluğunun mu?” (Fatih Renk)
“Bence ‘Katolik Marovitch’ adı daha uygundu. Tağutların adını verdiğiniz okullarda ne öğretseniz kâr etmez artık. Hem de severek, isteyerek bir isim verme söz konusu. Siz de bu dîni tahrif etmeye, kavramların içini boşaltmaya çalışıyorsunuz. Fakat, bu gafletle de olabilir, planlı da. Allah sizi sevdiklerinizle haşr etsin; Allah’ın düzeninin düşmanlarını dost edindiniz çünkü.” (Sürgündeki Dost)
“Okula ‘Bülent Ecevit Işık Okulu’ adını versinler. Müdürü de Rahşan olsun. Başörtülü öğrenci gelirse ona da ‘haddini’ bildirirler, süper olur.” (Tolga Çavdar)
“Yıllardır Zaman gazetesi okuyan ve Hocaefendinin hizmetlerini takdir eden biri olarak; böylesi bir uygulamayı kesinlikle tasvip etmiyorum. Tasvip etmiyorum. Tasvip etmiyorum… Son sözüm su ki: Ecevit’i sevenleri ben sevmiyorum ve Ecevit’le birlikte olanların arasında benim işim yok” (Ercan Tiryaki)
Kendi zâviyelerinden haklı olsalar bile, şu yorum sâhiblerinin “science” denen büyülü sudan içmedikleri anlaşılıyor. Lâkin, ülkede derinden gelen sesler çoğaldıkça, tartışma seviyesinde kalması gereken i’tirâzların başka mecrâya yol açma endişesi doğuyor. Nehir yatağına dönene kadar da, ana kaynağı “science” olan bu çalkantıların biteceği sanılmasın…
Vakit