Adalar hâric Avrupa’nın batısını tamâmen gördüm de, doğusu henüz duruyor; dolayısı ile Balkanlar da yerden görmediğim topraklar arasında. Ya’nî, asırlarca Osmanlı bayrağı dalgalanan Amavutluk’u da göremedim. Kasım ayında Vakit’te çıkan “Müslüman kimliğini arayan Arnavutluk” yazısı o yüzden ilgimi çekmişti.
Gördüklerini anlatan yazar, dikkatini çeken bir husûsa şöyle parmak basmıştı:
“Rüştünü isbâtlamış kimi özel okullar da çoklukla elit tabakanın çocuklarına hizmet veriyor. Bu okullardan Türkiye menşeli bir kolejin öğrencilerinin yaklaşık %70’inin Hıristiyan kökenli öğrencilerden oluştuğunu öğrendiğimizde şaşırıyoruz. Bu okulun yetkililerinin %70 oranına i’tirâzları olduğunu, öğrencilerin %40-50’sinin Hıristiyan kökenli öğrenciler olduğunu ileri sürdüklerini öğreniyoruz. Ancak Hıristiyan azınlığın herhalde eğitim imkânı bulabileceği bu ülkede kaynakların buraya aktarılması anlaşılmaz geliyor bize. Bu okuldan me’zûn öğrencilerin Türkçe bilmesi onları Müslüman yapmadığı gibi, birçoğu Avrupa’da üniversite eğitimi alıp bir Hıristiyan olarak Arnavutluk bürokrasisine dönüyor.” (Gürkan Biçen, 12.11.07)
Enteresan bir tesbît doğrusu. Sen burada Müslümanlardan para topla, Hıristiyan çocuklarım aynı küfrün içinde eğitip me’zûn et! Anadolu kaynaklarını Balkanlara akıtan Osmanlı, hiç olmazsa onların çocuklarının Müslüman olmalarını te’mîn ediyordu. Müslümanların derdi “Türkçe” öğretmek mi, “dîn” öğretmek mi olmalı? Sâdece para kazanmak için o işi yapanlara elbette sözümüz yok…
Yazarın şu tesbîti de çok câlib-i dikkat:
“Tiran sokakları… Açık -kimi zaman çıplaklık diyebileceğimiz ölçüde- giyimin yaygın olduğu bir ortam sunuyor size Tiran sokakları. Burada, hâssaten bayanlar İtalyan modasını ta’kib ediyor, diyorlar. Sokaklar Arnavut halkının geçirdiği dönüşümün göstergesi. 1945’te Almanlar tarafından hazırlanan bir filmde Arnavut halkı geleneksel kıyafetleri içinde, erkekler yelekleri, başlarına taktıkları Arnavut külâhları ile görünürken, kadınlar çarşaf ve peçeler, uzun kıyâfetler ile görülüyordu. Yine komünistlerin Tiran’ı tanıttıkları propaganda filmlerinde kadınların çarşaftan, kapalı giyimden modern hayâtın ölçüsü telâkki ettikleri açık giyime, batılı kıyâfetlere nasıl geçirildiği anlatılıyordu.” (agy)
1945’ten günümüze altmış senede bir millet özünü tepeden tırnağa değiştirir mi? Değişen sâdece Tiran mı ki; biz ne hâle getirildik? Geçen asrın başında Osmanlı mülkünde de kadınlar çarşaf ve peçe ile gezmiyorlar mıydı? Hep birden Tiran’a döndük mü, dönmedik mi?
Zerre kadar millî hassâsiyyet taşıyan bir insanın vicdânı titriyor. Her şeklimizle Batının keferelerine benzedik, ama yine bizi içlerine kabûl etmiyorlar! Yazıklar oldu asırların omzumuza mîrâs bıraktığı inanca ve kültüre!
Şehirlerimizi bırakın, köylerimiz bile Tiran’a döndü de; İslâm ülkelerinin her bir ferdi dahi “tiran” olmadı mı? Sözlüğe bakıyorum, bu kelimenin karşılığı olarak “iktidârı bütünüyle elinde tutan kimse” ve “zâlim” açıklaması yapılmış (Doğan Büyük Türkçe Sözlük, s. 1312). Hiç birimizin “iktidâr” denilen Anka kuşu ile ilgisi kalmadı, ama “zâlim” kelimesi hepimizin üstüne cuk oturuyor. Allâh’ı unuttuk, dînini terk ettik, peygamberine sırt çevirdik, nefislerimize zulmederek zâlimlerden olduk… Kitlelerin ortalamasını alırsak, hemen hemen hiç kimsenin böyle bir neticeden rahatsızlık duyduğu da yok! Okyanusun içindeki hamsiler gibi oynaşıp duruyoruz…
Dünün vatan topraklan Arnavutluk’u da inancımız gibi unuttuk. “Debreli Hasan”, martini şimdi kanalizasyon şovlarında arkadan atıyor. İskoç viskisi varken “Işkodra” kimin umûrunda? “Elbasan” ne yana düşüyor, “Avlonya” ne yana? “Çarşaf ve peçe” denen inanç levhalarına bir daha dönmemek üzere “besa” mı yaptık? Ülen bizim üzerimizden de “Enver Hoca” silindiri mi geçti?
Yârının sâhibleri olan yeni nesiller toptan suratımıza tükürecek!… Bari şimdiden. “Lâ ilahe illâ ente, sübhâneke, innîküntü mine’z-zâlimîn” diyelim…
Vakit