Geçen yıllar cesedi değiştirip dururken, insânın çevresi de nasîbini alıyor. Eski dostlar müzede yerlerini bulurken, yeni dostlar onların yerlerine geliyor. Bulunduğu ân neyse, insânın hâli odur; yeni dostlar o zâtı o hâliyle tanırlar. Mâzíde kalan günler o ânın fotoğrafı; eski dostlar hâliyle o günlerde kalıyor. Eskinin âlâyişi, nümâyişi çoğ idi; Kaplan deyince gelen o levhalardır
Yılların yorgunluğu inzivâya hükmetti, Vitrini terk etmekte aradım selâmeti. Nûr dersleri rûhuma tâze bir şevk yükletti, Ballardan daha tatlı ihvânın muhabbeti. Lâkin bir Apo’muz var, başımda tatlı belâ; Sırma saçlı, nûr yüzlü ve dahi gözler elâ; Tuttuğu kopmaz ise, sıraya girer salâ! Ee, can tatlı, mecbûren kalem çeksin zahmeti! Ayıp olmasın diye bir şeyler karaladık,
Gençliğin ilk yılları, başımda kızıl bir fes; Kader bizi uçurdu Mardin semâlarına. Ömerli-Kızıltepe cânibinden geldi ses: “Ey gáfil, at o fesi; azık var mı yârına?” Mesnevî-i Nûriyye içinden çıktı bir nûr, Aklım, nefsime dedi: “Yeter, artık burda dur!” Fesin rengi yeşile dönünce geldi huzúr, Zálim de mecbûr kaldı, kalktı ahret kârına. Altı sene dolaştım başımda