“The Rand Report: ‘Building Moderate Müslim Networks’ ” başlıklı İngilizce bir broşür, İslâm dînini kendi menfaatleri için engel gören ABD’li şâhinlerin ileriye dönük planlarına ışık tutmuş. Dünün sığır çobanları büyük bütçeler harcayarak fizibilite raporları hazırlatmışlar; ki bir yazısında bizim Hasan Karakaya buna çok güzel temâs etmişti. Uzman analizcilerin raporları istikâmetinde, İslâmî sulandırmak, aksiyoner hareketleri söndürmek için Müslümanlar arasında yer alan çeşitli grup ve liderlerle iş birliği yapma hedefine yönelmişler. Bunların içinde bizim dikkatimizi çeken, “Fethullah Gülen, a sufi shaikh, Turkey” maddesi oldu.
Bu ismin de “Modern İslâm Liderleri” sınıfında “işbirliği yapılması gereken” bir lider olarak mütâlea edilmesi, Haçlı Seferi Başkumandanının şahsî düşüncesi ve hedefi olabilir; ama eğer o lider ve kadrosu da onların hedefine uygun icraât sergilemiyorsa, mes’ele yok. Acabâ öyle mi?
Bir bayan yazar diyor ki:
“Londra’daki konferansın yayımlanan bildirilerinde, Gülen’in barışçı mesajlarının ‘öfkeli’ Müslümanları yatıştıracağı yönünde görüşler dile getiriliyor. Müslümanların yaşadığı coğrafya işgal edilecek, henüz işgâl edilmeyenler tehdîd edilecek, ama Müslümanlar öfkelenmeyecek, barış, diyalog söylemiyle uyutulacak öyle mi? Fethullah Gülen hareketi, ılımlı İslâm kanadının bir unsuru olarak desteklendi. Yoksa, dünyanın dört bir yanında okul açmak, faaliyet göstermek, kendi hâlinde bir sivil hareketin tek başına başaracağı şey mi? Barış istiyorlarsa önce Irak işgaline karşı çıksınlar, diyalog istiyorlarsa, bir de Iraklı direnişçilerle konuşmayı veya onları dinlemeyi denesinler. ” (Nuray Mert, Radikal, 01.11.07)
Bu cümlelerin üzerinde düşünülmesi gerekmez mi? Bayan Mert yanılıyor olabilir mi? Bizim cebheden bir başka erbâb-ı kalem de şöyle yazıyor:
“Hocaefendi hareketi hakkında cemâat bakımından hoşa gitmeyen, can sıkan yorumlar yapanları ‘kıskançlık’la, ‘anlamamak’la ve daha birçok şeyle suçlayanlar dönüp bu noktaya bir daha bakmalı. Bir bölümü işgâl altında tutulan, diğer yerlerinin de çeşitli yöntemlerle abluka/baskı altına alındığı bir İslâm Dünyâsı manzarasıyla karşı karşıya bulunuyoruz. (…) Bu ülkede İstiklâl Savaşı barış nutukları atılarak verilmedi… Kendi icraâtlarını tartışmaya yanaşmayan Batı, hâl-i hazır durumda kendisine rahatsızlık veren her hareketi mahkûm ederken, kendisi için uygun zemin olarak gördüğü her oluşumu da terviç ediyor. Mes’ele bundan ibâret…” (Ebubekir Sifil, Millî Gazete, 03.11.07)
İki ayrı dünyâ görüşünün mensubu iki ayrı ağızdan aynı ma’nâ çıkıyorsa; samîmî olan muhâtabların bunu teemmül etmesi aklın ve insâfin gereği değil midir? Bir hareketin içinde yer alanların, dışarıdan bakan birisi kadar gerçeğe nüfuzu mümkün olmayabilir. O zamân, dışarıdan gelen seslere nazar-ı dikkatle yaklaşmaları gerekir.
Bu ülkede Batılıların kuklası gibi hareket eden iktidârların, bütün İslâm ulemâsına olduğu gibi Bedîüzzamân Hazretlerine de hayâtı zindan ettiği biliniyor. O hâlde, o mîrâsa lider olarak gösterilen bir şahsiyyet ve kadrosu, kuklacıbaşı tarafından nasıl kabul görebiliyor? Kefere mi bize yanaştı, biz mi ona?..
Şu can sıkıcı mevzû’ hakkında kalem oynatmak cidden zoruma gidiyor. Azıcık sulandırmak istiyorum. Geçenlerde, “İşte yaşayan 100 dâhî isim” (Haber 7, 30.10.07) başlıklı haber dikkatimi çekmişti. “İngiliz danışmanlık firması Creators Synthetics, ‘yeni yaklaşımlarla ezber bozma, entelektüel güç, halk tarafından beğenilme, insanlık yararına işler yapma ve kültürel önem’ gibi ölçütlere göre dünyânın ‘yaşayan 100 dahi’sini belirledi” deniyordu.
Merâk edip isimlere tek tek baktım. Seçilen yüz kişi içinde iki tâne Müslüman ismi vardı. Birisi meşhûr boksör “Muhammed Ali” ile diğeri de keferenin belâlısı “Usâme bin Laden”. Şu bilginin şakası bile size de enteresan gelmiyor mu? Batılıların gözüne girebilmek için inancından ta’vîz vermek de dâhil her türlü yolu deneyenlerin neden hiçbirisini Batılılar değerli görmüyor?
Vakit