Hicrî 1300’lü yılların baş belâsı olan Süfyân ile ondan bir asır sonra bütün dünyâya hâkim olan Deccâl fitneleri yüzünden bütün mefhûmlar tersine dönderildi. Ne kadar mikrop varsa baş tâcı edilirken, ne kadar güzel şey varsa çirkin addettirildi. Medya denen korkunç silâh da bu iş için iyi kullanıldı. Dünyânın en kanlı “zâlim”leri “âdil idâreci” sanılırken; kendi inancını, vatanını, nâmusunu, hürriyyetini müdâfaaya mecbûr bırakılan “kahraman” insanlar “terörist” i’lân edildi. Tıpkı, yıllanmış kartaloz “fahişe” takımına “bakire Meryem” muâmelesi yapılırken, gerçekten nâmusuna düşkün temiz hanımların “tû kaka” sayılması gibi korkunç bir beyin yıkama ameliyesi yaşanıyor…
Tersine çevrilen mefhûmların başında ise “cihâd” ta’bîri gelmektedir. Yeryüzünün her köşesine silâhlı sulta kuran zaleme güçleri, kendileri her türlü silâhı mazlûmlann üzerinde serbestçe denerken; zulme karşı kıyâm eden erkekleri de “terör” suçlamasıyla mahkûm etmeye kalkmaktadır. Bırakın “dîn için” ayağa kalkmayı, meşrû’ müdâfaa hakkını kullanmak bile çirkin gösterilmektedir.
Hâlbuki, semâvî kitâbların hepsinde de “dîn için cihâd” vardır, geçmiş ümmetlere de emredilmiştir. İnançsızların üzerine gidilmesi fermânı Tevrât’ta da, İncîl’de de, Kur’ân’da da ap açık yazılıdır. Zındıklık adına yeryüzüne hâkim olan zâlimler ise, “ılımlı İslâm” adında bir ucûbe türeterek bu emri sulandırmaya çalışmaktadırlar. Yüzlerce Kur’ân âyeti ile sâbit olan “cihâd” hükmüne de akılları sıra kılıflar geçirerek ma’nâsını bozmak istemektedirler.
Gerçek acabâ onların dediği gibi midir? Günümüz Müslümanlarının aslî kaynaklara inerek bu işin doğrusunu öğrenmesi imkânsız hâle getirildiği için, para ile tutulmuş sahtekâr dîn mensûbları da kitleleri uyuşturmaktadır. O hâlde, doğru nedir?
Rahle Yayınları, edille-i erbaa olan “Kitâb, Sünnet, İcmâ-ı Ümmet, Kıyâs-ı Fukahâ” kaynaklarından derleyerek “cihâd” emrinin ne olup olmadığını “Mir’âtü’l-Cihâd” ismiyle kitâblaştırmış. Üç cild hâlinde hazırlanan eserin birincisi piyasaya verilmiş. Bu mes’ele hakkında okuyucuya doyurucu ve doğru bilgi sunulmuş.
Kitâbın arka kapağını birlikte okuyalım:
“Eğer cihâd olmasaydı, Beytullah hâlâ Allâh’ın düşmanları olan Ebû Cehl’in haleflerinin elinde olurdu.
“Eğer cihâd olmasaydı, Bilâl ve İbn-i Mes’ûd gibi Müslümanların mustad’aflarını ezen kâfirlerin büyüklerine zillet inmeyecekti.
“Eğer cihâd olmasaydı, Allah Resûlü ve ashâbı, yaşayıp büyüdükleri ve çok sevdikleri Ümmü’l-Kurâ denilen Mekke’ye bir daha dönemeyeceklerdi. Zîrâ, o Resûl ve ashâbı, zorla ve zulmen oradan çıkarılmışlardı.
“Eğer cihâd olmasaydı, Peygamberimizin vefâtından sonra Cezîretü’l-Arab ’a yayılan umûmî riddetin önüne geçilmezdi. Müseyleme-i Kezzâb ve ona mensûb olan ehl-i riddetin kalblerine korku düşüp, zillet ve mağlûbiyyete dûçâr olmazlardı.
“O zamân için dünyâda meşhur olan Fars ve Rûm devletleri bütün dünyâya hâkim iken, Müslümanların onlarla yapmış olduğu cihâd vâsıtasıyla devletleri kırılmış ve neticede târih sahnesinden silinmişlerdir. Bunun neticesi olarak, İslâm dîni tâ Çin’e, tâ Atlas Okyanusuna kadar yayıldı ve bu yerler îslâmiyyetin hâkimiyyeti altına girdi.
“Eğer Allah yolunda cihâd olmasaydı, bunlar ve bunların benzerleri olmayacaktı Ehl-i küfür kasemle yemin ederek, ‘Mülkümüz ebediyyete kadar devam edecektir’ diyorlardı. Lâkin, Allah (cc), savaş vâsıtasıyla onların mülklerini zâil etti.”
Tebük’ten Malazgirt’e, Kadisiye’den Kosova’ya, Talas’tan Mohaç’a akıp giden akıncı rûhunun sırrı işte bu eserde açıklanmaya çalışılmış. İlgilenenler, (0212 519 36 96) numaradan Rahle Yayınlarına ulaşabilir.
Vakit