Eski yazılarımı karıştırırken, 12 Nisan 2004 târihli bu başlık dikkatimi çekti. Aradan hemen hemen üç sene geçmesine rağmen aktüalitesini kaybetmemiş gördüğüm için, tekrâr sizlerle paylaşmak istedim. İşte o yazı:
Bendeniz aktüaliteye iltifat etmediğim için yazılarımı ekseriyetle târih endişesi taşımadan yazıyorum. Meselâ bugün yazarsam, çoğu zaman siz onu Çarşamba günü okuyorsunuz. O yüzden de günlük hâdiselere temâs eden yazılar gündemi yakalamaktan uzak kalıyor. Hele de şimdiki gibi hâdiselere yetişmenin mümkün olmadığı bir sür’at yarışında!
Geçen hafta başı kaleme aldığım “Necef’te Ne Arıyorsunuz?” başlıklı yazıyı siz geçen Çarşamba günü okuduğunuzda, Irak’taki yaşananlar bizim söylediklerimizi fersah fersah geride bırakmıştı bile… Amerikan işgal güçleri topyekûn bir taarruza kalkışmışlar. Sünnî ve Şiî Müslümanlar da buna birlikte karşı koymaya başlamışlardı [Maalesef, o güzel ittifak uzun sürmedi!]. Gözü dönen Coni köpekleri Şaron’a özenerek câmi duvarını bombalayıp namaza gelen Müslümanları topluca öldürmekte beis görmemişlerdi.
ABD, yeni bir Vietnam bataklığına saplandığını anlamamakta dirense de, gelinen noktanın akl-ı selîm sâhiblerini haklı çıkardığını görüyoruz. İşgalciler ve hınk deyicileri cihân haritasından silinene kadar bu ateşin sönmeyeceğini bir kere daha söylemiş olalım. Allah nasîb ederse biz yine buradayız, görüşürüz efendim…
İşgâl güçlerinin kuklalığına tenezzül etmeyen Şiî lider Muktada Es-Sadr’ın silâhlı güçlerine “Mehdî Ordusu” deniyormuş [Maalesef Es-Sadr da o dik duruşunu daha sonra aynen muhafaza edemedi!]. Bunların şahsiyetli davranışlarına bozulan bir ABD generali, “Mehdî’nin Ordusu’na toptan savaş açtık” diyordu. Bu radyo haberini dinleyince gülümsemekten kendimi alamadım…
1995 başında hapisten çıktığımdan beri bir noktanın altını kalın çizgilerle belirtmeye çalışıyorum. Bütün âlem-i İslâmî tek vücud yapacak Hz. Mehdî aleyhisselâmın zuhûr vakti iyice yaklaşmaktadır. Âlem çatlasa, bütün çokbilmişler bıyık bursalar, o gelişi önleyemezler. Bugün aksini söyleyenlerin inşâallah yedi sene sonra yüzlerini görmek isterim… [Üç senesi daha gitti!]
“Mehdî’nin Ordusu” ta’bîri, sâdece Mukteda Es-Sadr’ın lokal kuvvetlerinden ibâret değildir. Doğu Türkistan’dan Fas’a, Filipinler’den Cezâyir’e, Çeçenistan’tan Yemen’e kadar bütün İslâm coğrafyasının eli silâh tutanları o ordunun neferleri olmaya namzettir. Keşmir’den Irak’a, Afganistan’dan Filistin’e kadar ehl-i küfrün işgali altında çarpışa çarpışa pişen mücâhidlerin diplomalarını alma vakti gelmedi mi sanıyorsunuz? Orta Asya’daki ve Kuzey Afrika’daki İslâmdan hoşlanmayan idârelerin gümbür gümbür çöktüğü anda çıkacak İttihâd-ı İslâm tarrakasının frekansını hayâl edebiliyor musunuz?
Ben hayâlden-hulyâdan anlamam. 1980 başından beri çeyrek asırdır basın mesleğinde kalem sallayarak sosyal hareketleri koklama san’atında pişiyorum. O tecrübemin beni getirdiği noktayı ise Vakit okuyucuları ile paylaşıyorum. Kutsal kitâbların işâretleri ile tecrübelerimi birleştirince, yaklaşık yedi sene [-ya’nî, bugüne göre Allâh ın izniyle dört sene kadar-] sonra İsrail devletinin târih sahnesinden silinerek Kudüs merkezli bir İslâm devletinin doğacağını iddia ediyorum. Müslümanların 1400 senedir beklediği Hz. Mehdî (as) o devletin başına geçerek zuhûr edecektir. Ben ölürsem, bâri bu yazıyı okuyanlar uyanık olsunlar…
Evet, ABD’li general bir şeyler sezmiş gibi konuşmuş. Zahmet buyurmasın haşmetmeab; gelen rüzgârın önünde dik kalacak bir Batılı tasavvur edemiyorum. Bütün Haçlı kopilleri inlerine tıkılana kadar da peşleri bırakılmayacaktır. Pis menfaatleri sebebiyle kendi ülkelerinden çıkarak İslâm coğrafyasını kirli çizmeleriyle lekeleyenlere elbette elinize sağlık denemezdi ve denmeyecektir de. Önümüzdeki yıldan itibâren asıl “Mehdî Ordusu”yla tanışacağı anlaşılan Haçlı şövalyelerinin kendi ülkelerindeki emniyyetli şatolarına dönebileceklerini sanmıyorum…
Kanla şiddetle insanları sindireceklerini sananlar, Kızılderililerin topluca katledildiği günlerin artık târih olduğunu niçin anlamak istemiyorlar? Dünyâdaki Müslüman nüfus tam bir buçuk milyardır ve öldürmekle de bitmez. Üstelik artık kaybedecekleri pek bir şey de kalmamış. Kaybedeceği çok şey olanlar, sırtında cam taşıyan kişi gibi olmalı değil miydi? Bu gerçeği Batılılara birilerinin anlatması gerekiyordu, o birileri de herhalde “Mehdî’nin Orduları” olacaktır; ama sâdece Sadr’ınkiler değil…
Vakit