Allah’ın Ramazan’ında bir değişiklik yok da; bulunduğu zemîne ayak uydurmakta güçlük çekenlerle, geçmişe saplanıp kalmış beynini bugüne çevirmekte nazlananlar için “Ah! Nerede o eski Ramazan’lar?” nostaljisi sembol olmuştur. Önünde yaşayacak daha çoook seneleri bulunduğunu farz eden gençler için bu iç geçirmek bir ma’nâ ifâde etmese de, bizim gibi yaşı altmış olanlara göre gerçekten artık hiçbir şeyin tadı-tuzu kalmadı. Köşe yazılarının ve polemik satırlarının da…
Bugünkü genç yazarların yaşında olduğumuz günleri hatırlıyorum da, herhangi bir köşe yazarının hudûdları içerisinden esecek en küçük rüzgâr fısıltısına bile kasırga gibi gürleme aşkıyla doluyduk. Lâf aramızda, kalemi kılıç gibi şakırdatmanın da ağza hoş gelen bir tadı vardı. Ya şimdi? Nerede o söz ustaları? En ağır hakáreti bile limonata gibi içirmeyi beceren mâhir eller neredeler? Her saha gibi burası da çoraklaştı, kurudu mübarek.
Bâbıâli’de nefeslerini tüketenler bilirler, bu fakirin polemik üslûbu fenâ sayılmazdı. Şimdilerde basının duayenleri sırasına geçenler elbette hatırlayacaklardır. Ne fayda ki, eskilerin ta’bîriyle, içimizin kurdu öldü. Ba’zan bir kıpırtı coşup Ardıç Kuşu’na falan kanat çırpıyorum, ihtiyar kurda ayak kaptırmamak için olsa gerek susmayı tercih ediyorlar. Biz de, zâten çukura girmek üzere olan iki ayağımızı denk atarak ölülerle, seyahatlerle, fikrî yazılarla saatlerimizi dolduruyoruz işte…
Kelkit’li Aydın Ağa’nın tâze transferlerinden ve bizim mahallenin eski çocuklarından Ahmet Hakan Coşkun, -1995’teki bir fincan kahvenin hatırı için olsa gerek- nedense bu suskunluğumu bozdurmak için üstün bir gayretle çırpınıyor. Geçen ay bütün bir Vakit câmiasını hedef alan ölçüsüz bir yazısından dolayı kendisine “ağabey” pozunda bir yazı yazmıştım. Edeb sınırlarını aşmadan, yazımın sonunu şöyle bitirmiştim:
“Ey Ahmet Hakan! Ey bizim mahallenin gözü sonradan açılmaya başlayan sığırcık yavrusu! Senin daldan dala atlamanı “ekmek parası te’mîni” olarak gördüğüm için üzerinde durmuyorum, kınamıyorum da. Bütün Vakit câmiasını hedef alan ölçüsüz ve suçlayıcı cümlendeki nefsime düşen payı da, yine o bir fincan kahve hatırı için affediyorum, kendimi duymamış sayıyorum. Amma velâkin, Afganlı Müslüman dîn kardeşlerimiz için kullandığın ta’bîri aslâ tasvîb etmediğim gibi, bütün dünyâ kâfirlerinin hücûmu zamânında kefere hesâbına o mücâhidlere atılmış bir taş olarak görüyorum.
“İşte o hamiyyet nâmına, genelde, “Sen de Hürriyet dîninde misin?” veyâ özelde, “Sen de Aydın Doğan dîninde misin?” diye sorma mecbûriyyeti hissediyorum.
“Tâlibân senin nene gerek tosunum; İclâl’ciğin veyâ Gülben’ciğin, serâzâd kuşlar gibi uçma sahanda sana yetmiyor mu da, erkeklerin sahasına destûrsuz giriyorsun?”
Kendisi hakkında en küçük bir tenkide hemen ertesi gün şâhinler gibi saldıran AHC, 24 Ocak günü çıkan bu yazıma 8 Şubat gününe kadar cevâb vermedi. Sükût ikrârdan gelir demeyeceğim, ama hâliyle sorularım havada kaldı. 7 Şubat günü, müstehcen suçların artması ve kadınların müşteri çekme vâsıtası olarak kullanılması hakkındaki yazıma ise, kelalâka bir sazanlık yaparak 8 Şubat günü adımı diline dolamış.
Kadınları veyâ onları metâ gibi kullananları ilgilendiren bir yazıya atlamasıyla, “Erkeklerin sahasına destûrsuz girme!” sözüme riâyet ettiğini gösterdiği için, kendisine teşekkür ediyorum. O yüzden bir, bir de -kusura kalmasın- ilkokul çocuğu seviyesindeki cılız üslûbundan dolayı polemiğe tenezzül etmek istemiyorum…
Ne de olsa bizim mahallenin eski çocuğudur, kendisini eğlendirmek için bir fıkra anlatmak istiyorum.
Köylünün birisi -affedersiniz- eşekle yola giderken, hayvana bir hareketinden dolayı kızmış. O kızgınlıkla da sopasını hayvanın kafasına hızla vurmuş. Merkepceğiz de sopayı yer yemez, arka tarafından bir “zart” çekmiş! Garibim köylü şaşırmış, kafasını sallamış ve kendi kendisine söylenmiş:
“Ben bu eşşeğin neresine vurdum, ses nerden çıktı!..”
İyi günler AHC’ciğim! Bu “terbiyesiz” ağabeyinden sana cevâb yok. Hem bizim mahallenin çocuğusun bir, hem de dişimin kovuğunu doldurmuyorsun iki. Bu fakirin seninle tanıştığı yıllarda günlerce yazdığı “Emin Destanı” hatırında değilse, tecrübeli kalem sayın Çölaşan’a ricâ et, seni bilgilendirsin.
Vakit