Bendeniz 1995 başında hapishâneden çıktığımda, Ahmet Hakan, Kanal 7’nin ana haber spikeri idi. Yavaş yavaş bizim kesim içinde popüler oluyordu. Aynı yerde çalışan üniversite arkadaşım Ahmet Tezcan sanırım vâsıta olmuştu da, Ahmet Hakan beni bir akşam programına misâfir etmiş ve kısa da olsa 17 aylık hâtıralarımdan konuşmuştuk. Kendisiyle ilgili mes’elelere girmek istemeyişimin sebebi, işte o bir fincan kahvenin hatırıdır.
Şöhret merdiveninin zirvesini yakaladığı günlerde Mason âyinini ekrana taşıdığını, o kökü dışarıda gizli teşekkülün ibretli davranışlarını deşifre ettiğini, o yüzden de bir trafik kazâsı (!) geçirerek dalağını kaybettiğini -o unutsa bile- ben takdîr hisleriyle unutmuyorum. Sabah’tan Hürriyet’e atlayarak her türlü bağdan âzâde kuşlar gibi hür olmasını da tebessümle karşılıyorum. Fakat, son zamanlarda ekonomik ve siyâsî oynama sahası daraltılmakta olan yeni patronunu rahatlatmak için olsa gerek, nazarları âfâkî noktalara çekme atraksiyonunda o da rol almışçasına Vakit ile maksadını aşan bir polemiğe girişti.
O yazılarının sonuncusunda, “Ben Ahmet Hakan… Vakit’in dininden değilim” diye güzel bir cümle kullandı. Kendisini bu cümlesinde sonuna kadar destekliyorum; zîrâ ben de “Vakit’in dîni”nden değilim! Elhamdü lillâh bizim dînimizin adı “İslâm” olarak tesbît edilmiştir ve hiçbir takıya da ihtiyâcı yoktur.
Velâkin, aynı yazısında bütünüyle Vakit câmiasını hedef alarak, “Bu adamlar öyle adamlardır ki… Ellerinden; dillerinden asla ve kata emin olamazsınız” demesini kabûl etmeme imkân yoktur! Ey aslan parçası, ey kuşlar gibi serâzâd hür Coşkun’um! Bu fakirin “elinden ve dilinden” şimdiye kadar sana ne “emniyyetsizlik” dokundu ki, kaldırdığın taşı hedef gözetmeksizin bütün bir câmianın tepesine indirmekte beis görmedin? Şikâyet ettiğin hâllerin aynısını sen yapmış olmadın mı şimdi? Yoksa, yeni hürriyyet şarkılarını söyleyebilmek için, kafayı da dumanlayarak mı yazı başına oturmak gerekiyor?
Ya şu, “Afganistan’da bir Ortaçağ karanlığı yaratan Taliban’ı İslam adına savunurlar” cümlesi ne demek oluyor Allasen? Eğer imzânı görmese idim, bu cümlenin kıp kızıl bir İslâm düşmanı tarafından kaleme alındığına kalıbımı basabilirdim. Sen kendi şahsî mes’elelerine, dünyâ yüzünde Allah’tan başka dostu kalmamış Müslüman kardeşlerimizi niçin karıştırıyorsun? Üstelik niçin bir kefere ağzıyla konuşuyorsun? Bütün dünyâdaki kâfir ve münâfıkların, sırf Hanefî mezhebine göre İslâmın ahkâmını Afganistan’da tatbîk etmeye çalıştıkları için tepelerine çullandığı o mücâhidlerin dîn anlayışını, “ortaçağ karanlığı” gibi mason ağzıyla karalayıp tezyîf etmek de kuşlar gibi hür hareket etmenin tabiî bir netîcesi midir; dalak alma travmasının doğurduğu patalojik bir vâkıa mıdır; yoksa frikikçi patronundan kocaman bir afferim alma taktiği midir?
Kendi topraklarını kâfirlerin işgálinden kurtarmak için canları ve mallarıyla cihâd eden dîn kardeşlerimizi -üstelik hiçbir ciddî gerekçesi de yokken- sırf polemik iştihâsına salata yapmak uğruna İslâm düşmanlarının ağzıyla karalamak acabâ “ne dîni” gereği oluyor? Can, mal ve nâmus hürriyyetleri zorla alınmış Afgan Müslümanlarına “el” uzatması gerekirken, sırf şahsî egosunu tatmîn vesîlesi yaptığı polemiği bahanesiyle “dil” uzatması; dîn anlayışı noktasında seçici davranmış hissi veren “Vakit’in dîninden değilim” cümlesinin, “aslında ben falanın dînindenim” ma’nâsına geldiğinin mi remzidir?
Ey Ahmet Hakan! Ey bizim mahallenin gözü sonradan açılmaya başlayan sığırcık yavrusu! Senin daldan dala atlamanı “ekmek parası te’mîni” olarak gördüğüm için üzerinde durmuyorum, kınamıyorum da. Bütün Vakit câmiasını hedef alan ölçüsüz ve suçlayıcı cümlendeki nefsime düşen payı da, yine o bir fincan kahve hatırı için affediyorum, kendimi duymamış sayıyorum. Amma velâkin, Afganlı Müslüman dîn kardeşlerimiz için kullandığın ta’bîri aslâ tasvîb etmediğim gibi, bütün dünyâ kâfirlerinin hücûmu zamânında kefere hesâbına o mücâhidlere atılmış bir taş olarak görüyorum.
İşte o hamiyyet nâmına, genelde, “Sen de Hürriyet dîninde misin?” veyâ özelde, “Sen de Aydın Doğan dîninde misin?” diye sorma mecbûriyyeti hissediyorum.
Tâlibân senin nene gerek tosunum; İclâl’ciğin veyâ Gülben’ciğin, serâzâd kuşlar gibi uçma sahanda sana yetmiyor mu da, erkeklerin sahasına destûrsuz giriyorsun?
Vakit