Çok güzel bir tesbît: “Kibir kültürünün meyvesi!” Tesbîti yapanla dünyâ görüşümüzün ne kadar ilgisi olup olmadığı bir tarafa, bu hârika tesbît için Haşmet Babaoğlu’nu tebrîk etmeyi bir borç biliyorum. 7 Ekim 06 târihli Vatan’da, “İki dünyâ: Secdeye varanlar ve varamayanlar!” başlıklı yazısıyla, aynı anda Âhirzamân insanını aksiyona sevk eden asıl unsuru yakalamış. “Âhirzamân insanı” ta’bîri,
Genç bir hukukçu kardeşimizin son Papa konuşması vesilesiyle kaleme aldığı, ama müdavimi olduğu İslâmî grubun dergisinde neşre uygun bulunmayan değerlendirmesine dün biraz bakmıştık. Bugün de son kısmını okuyalım: “Sert Hıristiyan kimliği karşısında biz kendimizi nasıl ifâde ediyoruz? İslâmiyyet Batı ile olan ilişkilerimizde ne ifâde ediyor bizim için? Bizim ulemâmız Hıristiyanlar hakkındaki görüşlerini Papa gibi fütûrsuzca
İslâmın “teblîğ” emrini çarpıtmak sûretiyle “dinlerarası diyalog ve hoşgörü” şekline sokan asıl elin “bizden” olmadığını bilmek, bir derece hissiyâtımızı rahatlatıyor. Lâkin, kraldan fazla kralcı kesilerek bu oyuna gelen “bizden” insanların sayısı hiç de az olmadı. Bir kısmı iyice kemikleşerek sanki “onlardan” oldu ki, bunlara bizim sözümüz yok; aldanarak gidenlerin bir kısm-ı a’zamı ise, maskelerin birer-ikişer
Ülkenin bugün içinde bulunduğu kritik durum elbette ehemmiyetsiz değil; ama bu hâle nasıl ve niçin gelindiğine bakılmadığı müddetçe, bugünü dahi mumla arayacağımız kesin. Biz bu yazıda da temele dokunmaya gayret edelim bakalım. “Baremdergisi.com”dan bir kısmını aldığım “Bilal Çağrı” imzâlı yazının mühim bir kısmı daha vardı. Fener Rum Patriği V. Gregorius’un 1820’de o günkü Rus çarına
Son iki yazımda İKÖ şemsiyesi altında Mekke’de, hem de Müslüman devletlerin lider kadrolarıyla “reform” karârları aldığına temâs etmiştim. İslâm dîninin, orijinal metinleriyle korunduğuna inanmak, bu inanç sisteminin olmazsa olmaz bir şartıdır. Bu gerçek 1400 senedir böyle bilinirken; “İslâmın saptırılan gerçek değerleri” dedikleri “reform” karârlarını alan İKÖ üyesi devletlûleri, acabâ neyi değiştirerek karşımıza çıkaracaklar? Şu haber-yorum
İslâmiyet başka dinlerin telkin ve propagandalarına karşı dayanıklıdır. Dışarıdan İslâmiyet’e zarar vermek kolay değildir. Ancak bu, İslâmiyet’in müntesibleri tarafından çok iyi bilindiği, yaşandığı ve gerçek Müslüman âlimler, önderler tarafından temsîl edildiği zaman öyledir. Maalesef, İslâmiyet’in müntesibleri gözünde i’tibârdan düşmesine sebeb olanlardan biri de “bir kısım ilâhiyatçılar”dır. “Bir kısım ilâhiyatçı” diyorum, çünkü câmianın tümünü bu kategoride ele almak haksızlıktır.
İngiliz laîni, “Bu Kur’ân Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe biz onlara gerçek hâkim olamayız” diyerek ümmetin elinden yüce kitâbın hakîkatının alınacağını Müstemlekât Nâzırlarının diliyle Avam Kamarasında i’lân edince, “Bu Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir nûr olduğunu âleme isbât edeceğim!” diye er meydânına atılmıştı. Yerine göre farz-ı kifâye, yerine göre farz-ı ayn olan “cihâd” ibâdetinin “maddî” kısmına
27 Ocak târihli yazımda bir hadîs-i şerîften bahsetmiş, ama kaynak belirtmemiştim. Müdakkik yazarımız Ali Eren Bey aradılar ve kaynağını sordular. Ertesi gün gidip kaynağı buldum ve kendilerine haber verdim. Dolayısıyla kıymetli okuyucularımı da haberdar etme vesîlesi ile mes’eleye bir daha temâs etme ihtiyacı hissettim. “Muhtâru’l-Ehâdis” isimli eserin 11. sayfasında geçen 80 numaralı hadîs-i şerif, Adiyy
- 1
- 2