
Benim niyetim, bugün yine diyalogculara bir paragraf açmaktı; lâkin kaderin murâdı başka imiş. Atalarımızın yurdu olan Türkmenistan’ın başındaki kızılcık tortusu dünyâsını değiştirmiş. Bize de bir ağıt yakmak düştü!
Dedem Korkut olsa idi, elbette eli-yüzü düzgün bir koşma çekerdi. Nemrûd’lardan Firavun’lara kadar nice bin cebâbirenin nasıl ecel elinde yenik düştüğünü söylerdi. Ecelin alıp yerin gizlediği yeryüzü ilâhlarına bir tâne daha ilâve edilmiş oldu. Şu iki cümleye dikkat:
“Hiçbir muhalife müsâhama göstermeyen kişiliğiyle tanınan Türkmenbaşı’nın ülke çapında binlerce portresi ve heykeli bulunuyor. Türkmenbaşı, ismini limanlara, çiftliklere, askerî birlikler ve hattâ bir meteora bile vermesiyle ün salmıştı.” (Haber 7, 21.12.06)
Aynen Nemrûd ve benzerleri gibi kendisini “yeryüzünün tanrısı” gibi gören ve “ömür boyu lider” i’lân ettiren Türkmenbaşı, yüce kitâbımızın yerine de kendi yazdığı “Ruhnâme” isimli varakpâreyi koymuştu. Kızıl rejimden mîrâs aldığı dikta prensiplerinden vaz geçmemişti. Her yere diktirdiği heykelleri, her yere astırdığı resimleri, her yere verdirdiği isimleri ile bir Saparmurad Niyazov artık yok! Fazla uzun sürmez, bunların hepsi hâk ile yeksân olduğu gibi, Ruhnâmesi de ona ebedî bir la’net malzemesi olarak kalır!
Türkmenistan, daha geniş bir ta’bîr ile Horasan, bizim atalarımızın yurdudur. Rahmetli babam, bizim kasabaya gelen üçüncü âilenin kendi dedeleri olduğunu, onların da Horasan’dan geldiğini anlatırdı. Bu yüzden, bizim Türkmenistan ile gönül bağlarımız vardır. Gitmesek de, görmesek de, oralarda bir anavatan kokusu bulunduğunu bilirdik. Fakat, oradaki Müslüman ırkdaşlarımızın ma’rûz kaldığı bu karabasandan dolayı üzülürdüm. Hamdolsun, şimdi kapak kalktı! Bundan sonra Türkmenistan’ın bahtının yükselişine bir koridor açılacağını umuyorum.
Şimdi toprağın altında hesab verme vetiresi başlayacak. Münker ve Nekir, “Gel bakalım Türkmenbaşı!” diyecekler. Ümüğünü sıkacaklar. Yeryüzü tanrılığının ne kadar boş bir safsata olduğunu şimdi anlayacak. Toprağın üstündeki resimleri ve heykelleri de ona ayrı bir azâb olacak. Gerçek olanın “Ruhnâme” mi, yoksa “Kur’ân” mı olduğunu görecek.
Darısı, komşu ülkelerdeki benzerlerinin başına. İslâmın önünde duran o kütüklerin de yakında birer birer Cehennem’e yolcu olacakları kesindir. Asrın yükselen tek değeri İslâmiyet olacağı için, yol üzerindeki pislikler teker teker, çifter çifter temizlenecektir. Horasan’dan yükselecek siyah sancaklıların önündeki engelleri Cenâb-ı Hak kaldıracaktır.
Ölüme sevinilmez derler, ama böyle haberlere nasıl sevinmeyeceğiz?..
Televizyonların vaz geçilmez çizgi filmleri Tom ve Jerry, Ayı Yogi, Çakmaktaşlar gibi narkotik ma’mûllerinin mûcidlerinden Joseph Barbera da öte tarafa yollanmış. Küçük-büyük herkesi beyaz camın karşısına kilitleyerek beyinlerin müsbeti düşünmesini, ölüm gerçeğinin arkasındaki esrârı araştırmasını, dünyâyı kontrol altına alan gizli zındıka komitesinin fesâdını anlamaya çalışmasını engelleyen bir çalışmanın sâhibiydi. İnsanları zevk alarak eğlendirme yoluyla düşünmekten alıkoymayı becermişlerdi doğrusu.
Şimdi o da gitti! Münker ve Nekir’e verecek cavâbları olamayacağına göre, ateşleri bol olsun!..
Aktör Tarık Akan da anasını gözyaşları içerisinde uğurlamış. Anadan ayrılığın acısını bildiğim için, kendisine başsağlığı diliyorum. Fakat, Akan’ın kendisinde de ölüm ötesine âit bir hazırlık belirtisi yok ki! Yârın aynı musallaya kendisini de yatıracaklarına göre, orada ne yapacak acabâ? Zincirlikuyu’ya gömülmekle iş bitiyor mu? Bu dünyâdaki şöhret-i kâzibenin orada beş para etmediğini öğrenmek için illâ da ölmeyi beklemek mi lâzım?
Bu fakirin yıllardır söylediklerini yavaş yavaş bütün âlem görmeye başlamıştır. Korkarım, artık vefât yazıları kaleme almaktan, diğer mes’elelere sıra da bulamayacağız. Hele 2007’den i’tibâren kozmik sıcaklık arttıkça, ateş topları bölgeleri terlettikçe, Allâh’ı ve âhireti unutarak tamâmen dünyâ zevk ve meşgalelerine yönelen insanlar da -gâvuru, Müslümanı fark etmiyor- göm gök terlere battıkça; beni daha çok hatırlayacaksınız…
Vakit