Zâten bir bu noksanımız kalmıştı, artık onu da ikmâl ettiğimize göre bize karada ölüm yok demektir! Adını koymasalar/koyamasalar bile kıyısından köşesinden “dînde reform” ma’nâsına gelecek icrââtlara koyulan değerli büyüklerimiz, şimdi de “huzur duruşu” adıyla yeni bir ibâdet türü îcâd etmişler. Sanırım önümüzdeki ilk Nobel ödülü kendilerinin olacaktır!
O günlerde bendeniz ülkenin en doğusunda bulunduğum için, hâdiseden habersiz kalmışım. Müdakkik bir okuyucum aradı ve bilgilendirdi. Dönünce haber sitelerine baktım ve bu mühim buluşla ilgili bilgileri gördüm. Bir site, “İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Papa ‘ya yaptırdığı ‘huzur duruşuyla’ dünyâ gündemine damgasını vurdu” (Haber 7, 05.12.06) demiş, fotoğraf da koymuş. Beyazlar giymiş Papa, sol elini sağın üzerine bağlayarak ayakta durmuş, Müftü Bey de yine beyazlar içerisinde ve Papa’nın yanında ellerini kaldırmış bir vaz’ıyyette herhalde duâ ediyor olmalı!
Bu buluş sâhibi elbette alkışı hakketmiştir. Devlet ajansına bakarsak, patent yine devletlûlere âit. Haber şöyle:
“İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı, Papa 16. Benediktus’un ziyâreti sırasında Sultanahmet Camisinde duâ etme fikrinin, Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle karşılıklı yaptıkları görüşmeler sonucu ortaya çıktığını söylemişti.” (AA, 05.12.06)
Laik ülkenin akıldâneleri de elbette böyle yol bulucu olmalıdır! Fakat, habere yorum yazan bir okuyucunun, “Huzur duruşu nedir? Yeni yeni kavramlar ortaya atıldı” dediği gibi, hâliyle herkes aynı soruyu soruyor: Huzur duruşu nedir?
Papazlarla fazla içli-dışlı olan tecrübeli diyalogcu bir eski dostumuz, kendisiyle yapılan röportajda Nuriye Akman’a şöyle açıklama getirmiş:
“Kimileri bunu, ‘Papa Müslümanların kıblesine yönelerek dua etti’ şeklinde fevkalade bir olaymış gibi veriyor; ama bu benim katıldığım birçok toplantıda farklı inanç mensuplarının tekrarladıkları bir ‘silence prayer’ yani sükunet duasından başka bir şey değildir. Sessizlik esnasında herkes kendi dinince, dilince içinden kendi duasını okur.” (Cemal Uşşak, Zaman, 04.12.06)
Demek bu “huzur duruşu” denen şey, bizim senyörlerin îcâd ettiği yeni bir şey değilmiş. Herkesin “kendi dinince, kendi dilince” yaptığı bir “sükûnet duası” imiş. Peki, bizim dînimizde böyle bir “silence prayer” denen ibâdet şekli var mı? Sünnet içinde böyle bir şekil tesbît edilmiş mi? Edilmemişse, bir Müslüman müftü nasıl böyle bir şekli -hem de dînî kisvesiyle- yapabilir?
Bir diğer nokta da, İslâm mâbedine giren kişinin “hadesten taharet” ibâdetine dikkat etmesi gereğidir. Ya’nî, “cünüb” olan bir Müslüman, gusül abdesti almadığı müddetçe mescidlere giremez. Peki, Müslümamn bile “cenâbeti” mescide giremezken, “ezelden cünüb” olan Papa nasıl o kutsal mekâna sokuldu? Bunun vebâlini kim yüklenmiştir?
Maalesef, kimse İslâm dîninin bu mes’eleler karşısındaki hükümlerine bakmıyor, politika bezirgânlarının sahnelediği oyunlara figüran olarak katılıyor. Bir taraftan bizim papazlarımız elin papazlarıyla el ele vererek kitâbda olmayan yeni ibâdet şekilleri ortaya çıkarırken; gerçek papazların öte tarafta sinsi siyâsî oyunlar çevirmeleri gözlerden ustaca kaçırılıyor. Bir bayan yazarın “Papa jestlerine sevinenler budala” (Nuray Mert, Radikal, 05.12.06) demek mecbûriyetinde kalması boşuna değildir. Şu cümleler de onun:
“Benim garipsediğim, Papa’nın sıradan nezaket (daha doğrusu politik tutumunun sonucu olan) jestlerden yola çıkarak sergilenen budalaca yorumlar ve sevinç tezahürleri. Daha önce de yazdım, bu budalalık devam ettiği sürece de hatırlatmaya devam edeceğim; bu gezinin ve benzer müsâmerelerin dinle, diyânetle, medeniyetle alâkası yok. Bu, son derece politik bir gezi. Katolik ve Ortodoks kiliselerinin uzlaşması, barışması da, İslamiyet’e Türkiye’de zeytin dalı uzatılması da dinî falan değil, politik adımlar ve jestler. (…) Değil ‘huzur duruşu’ gibi icatlar, Papa beş vakit namaza başlasa, durum değişmeyecek. Bu müsâmereler, dünyada yaşanan gerçek sorun ve çatışmaların göz ardı edilmesinden başka bir işe yaramıyor. Daha doğrusu, asıl amaçları, asıl meseleleri göz ardı etmek/ettirmek (…) Ortadoğu kan gölüne dönmüşken, ‘huzur duruşu’ gibi zırvalıklar karşısında zil takıp oynamanın âlemi yok. Bunlar dünya tarihine, tıpkı, Vatikan’ın Nazi Almanyası ile ilişkileri, Gladyo, ‘Opus Dei’ hareketi gibi karanlık sayfalar olarak yazılacak. (…) İttifak müsâmeresine kendini kaptırıp, bir de Patrikhane’de yapılan törene koşanlarsa, bu karanlık sayfanın komik figürleri olarak anılacak bundan hiç kuşkuları olmasın.”
Daha fazla söz söylemeyi zâid addediyorum…
Vakit