
Şâire gurbeti “o kadar acı” yapan yönler elbette az değil; hele de bu gurbet memleket hududlarının dışında olursa? Ama, her çirkinin dahi bir güzel yönü bulunmaz mı? Avrupa’ya gidince nedense bana da hep bu güzel yön gözüküyor.
Câmi ve mescidlerde dahi dışarıya ezân sesi çıkmasına kefereler müsâade etmediği için, Avrupa’da yaşayan din kardeşlerimiz de her namaz vakti kendileri ezân okuyorlar. Bu hâl de benim çok hoşuma gidiyor.
Hele dört sene önce ilk gidişimde Zeynel Sıngıl kardeşimin gelinini almak için İsviçre sınırındaki Lörach şehrine gitmiş, gelin kızımızı çıkarırken de tekbîrler getirmiştik ki; o anki hissiyâtın tâzeliği hâlâ içimden eksilmiyor. Zeynel’in şimdi iki tâne torunu bile olmuş. Bu sefer birlikte Baden Baden’e, vefâkâr Mahmut Okur kardeşimizi ziyârete gittik. Sabah namaz vakti ezânı Hacı Zeynel tam İstanbul usûlü okudu. Sesinin böyle güzel olduğuna hiç dikkat etmemiştim; tekrâr duygulandım?
Recklinghausen’ın Fâtih Câmiinde bir Cuma namazı kılmak nasîb oldu. Namazdan önce din kardeşlerimizle sohbet fırsatı bulmuştuk. Namazı müteakib birisi yanıma yaklaşıp kendisini tanıttı, beni hayli şaşırttı. Otuz sene önce ilkokulda okuttuğum talebem Yüksel Bayram, şimdi orta yaşlı bir olgun kişi olarak karşıma çıkmıştı. Hayâlim Tavşanlı’nın Artıranlar Köyü’nden Almanya’lara kadar dolaştı durdu. Hayli his dolu bir gün daha geçirmek kaderde varmış?
Fransa’nın Roubaix şehrine bir tâziye için gitmiştik. Denizlili İsmail kardeşim, yirmi sene önceki okul arkadaşıyla orada karşılaşmaz mı! Cenâb-ı Hakk’ın cilvelerini hayretle seyrediyoruz?
Dönüşümün son gecesi Bonn’da Üfürükçüler Tarîkatinin Şeyhi Hacı Süleymân Ağabeyimin evinde sohbet ediyorduk. İki câmi imâmı da ayrı ayrı yerlerden sohbete gelmişti. Meğer kırk sene önce ikisi Şam’da aynı okulda okumuşlar. Tevâfukun böylesi, üstelik de bu üç hâdisenin beş gün içinde arka arkaya yaşanması doğrusu bana çok enteresan geldi. Kâinâtı bir tek elin idâre ettiğine olan îmânımız bir kat daha arttı.
Yirmi sene sonra iki okul arkadaşını, otuz sene sonra talebeyle hocasını, kırk sene sonra iki gurbet yoldaşını, hem de binlerce kilometre ötede bir kefere beldesinde bir araya getiren Kudret Sâhibi; kaç asırdır biribirinden ayrı düşen şu ümmet-i merhûmeyi tekrâr aynı çizgi üzerinde bir araya getiremez mi?
Almanya’dan Hollanda’ya, Hollanda’dan Belçika’ya, Belçika’dan Fransa’ya, Fransa’dan Belçika’ya, Belçika’dan tekrâr Hollanda’ya, Hollanda’dan tekrâr Belçika’ya, yine Belçika’dan Hollanda’ya, sonra Hollanda’dan Almanya’ya -bizim ülkemizde bir köyden diğer köye gider gibi- hiçbir engele takılmadan rahatça girip çıkarken; emîn olun hep bu soruyu beynimde getirip götürdüm: Müslümanlar ne zamân bu hâle gelecekler?
Eusenkirchen’de DİTİB câmiinde, Esslingen’de Neckar Nehri kenârındaki mescidde, Bonn’da Süleymâniye Câmiinde, Recklinghausen’de Fâtih Câmiinde, Münih’de DİTİB’in Hacı Bayram Câmiinde, Frankfurt civârında otoban kenârında, Fransa’nın Manş kıyısındaki Calais’den Almanya’nın Stuttgart’ına kadar değişik şehirlerde dostlarımızın evlerinde Rabbimizin huzûruna çıktıkça hep bu soru zihnimi işgál etti. Âlem-i İslâmın bir an önce ittifâk ve ittihâd etmesi için gönlümü Arş’a çevirdim?
İstemek hissini veren O olduğuna göre, isteneni verecek de elbette O’dur. Bu zillet ve meskenet elbette yerini izzete terk edecektir. Yeter ki, istemesini bilelim?
Gurbetin o kadar acı olduğunda şüphe yok. Ama, şerlerin içinden hayrı çıkaran bir Rabbimiz olduğunu unutmuyoruz. Biz kendimize gelirsek, hâlimizin vehâmetini hissederek derdimizi O’na arz etmeyi bilirsek, O’ndan gelecek yardımın ise Müslümanların omuz omuza vermesine bağlı olduğunu anlarsak; O’nun kudretinin önünde direnecek güç olabilir mi?
Barajların bendleri, tencerelerin kapakları, kâfir ve münâfıkların ördüğü sun’î duvarlar ne zamâna kadar “kapak” olur sanıyorsunuz?
Vakit