
Mübârek terâvihin onuncu akşamında bir dostumuzun işyerinde iftarı açtık. Mü’min Hoca ve Saim kardeşimle birlikte o geceki terâvihi İkitelli Sanayi Câmii’nde kılmaya karar verdik. İshak Hoca orada hatimle kıldırıyormuş. Allah nazardan saklasın, İshak Hoca da bülbül mâşâallah. Bir cüz’le değil, bir hatimle kıldırsa insan yine yorgunluk ve bezginlik hissetmiyor.
Ses güzel, kırâat da düzgün oldu mu; Rabbimizin kelâmını dinlemeye doyum olmuyor. O gece onuncu gece idi, sıra “10. Cüz”de imiş. Sûre-i Enfâl’dan başladı, Tevbe ile devâm etti. Terâvih bitince, o cüz’ün tamâmını kuşbakışı görmüş gibi oluyorsunuz; bu da ayrı bir heyecan veriyor.
Terâvihin onuncu rek’atında, 10. Cüz’ün onuncu sayfası okunuyordu. Tevbe sûresinin 28. âyetine gelince, Rabbimizin îmân edenlere hitâbı bir daha dikkatimi çekti, “İnneme’l-müşrikûne necesün” buyuruyordu. Ben de o günlerde o âyetle meşguldüm.
Ma’lûm, Yahûdî ve Hıristiyanları Cennet’e dolduran simsarlar sebebiyle, Ehl-i Sünnet mensûbları o mes’elelerle ilgili Kur’ân hükümlerinde yoğunlaşma zarûreti hissettiler. Adına “Ehl-i Kitâb” dediğimiz zümrenin ise, kendi mukaddes kitâblarını tahrîf ederek şirke düştüklerinde bizim şübhemiz yok. Rabbimiz ise mezkûr âyette, “Müşrikler ancak bir necis, bir pisliktir” buyuruyor. Biz de dilimizin döndüğü, ilmimizin yettiği kadar bunu açıklamaya çalışıyoruz.
Simsar tâifesi ise bu açıklamalara bozuluyorlar. “Ne yâni, bu adamların vücûdları da mı necis? Onlarla tokalaşanlar da mı pisliğe bulaşmış oluyor?” gibi ipe sapa gelmeyen cerbeze ürünü beyânlara kalkışıyorlar. Âyeti hatırlatan mü’minleri de, sanki buna benzer şeyler söylüyorlarmış gibi iftirâlarla karalıyorlar.
Mezkûr âyetin ma’nâsı hiçbir te’vîli kaldırmayacak kadar sarihtir: “Müşrikler ancak bir pisliktir!” Peki, nesi “pislik” kabûl edilecek? Çünkü, Ehl-i Kitâbın yemeği yenir, onların kızları ile evlenilir. Vücûdları ise bir “İlâhî san’at”tır. Demek, bu müşrik tâifesine “elle dokunmak” câizdir, onların bedenleri pis sayılmıyor. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ımızın “pislik” kabûl ettiği nesne, 1.400 senedir bütün tefsîrlerin ittifâkıyla, onların “i’tikádları, şirkleri, inançları” olmuştur. Hak dîn olan İslâmı kabûl etmedikleri müddetçe, içinde bulundukları yanlış inanç sebebiyle onlar “ma’nen necis” sayılmaktadırlar.
Ehl-i Kitâb müşriklerle mercimeği fırına veren simsarlar, boşuna nefes tüketerek iftirâya yeltenmesinler. Müşriklerin “necis” olduğunu îmân edenlere açıklayan âyet devâmla diyor ki: “Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Harâm’a yaklaşmasınlar!” Bu emir gereği, müşriklerin Hicaz’da “Harem” bölgesine sokulmaları yasaktır. Ma’nen “pislik” oldukları için o mübârek bölgeye sokulmayan müşrik tâifesi, sâdece Kureyş’in putperestleri midir? Aradan 1.400 sene geçtiği hâlde, hiçbir Yahûdî ve Hıristiyan dahi o bölgeye “bilerek” sokulmuş mudur? Demek, bu “Ehl-i Kitâb” dediklerimiz dahi “müşrik” sayıldığı için, 1.400 senedir Harem’e girmeleri yasaktır!
Müşrikler ise “bedenleri” i’tibârıyla değil, “inançları” i’tibârıyla “necis” sayılmıştır. Onlarla “ticâret, ziraat, san’at” gibi sahalarda beşerî münâsebet kurarak temâs edenler “pislik”e bulaşmış olmazlar; ama onlarla “bâtıl dînleri, bozuk inançları, örf ve âdetleri” cihetiyle münâsebet kurarak “diyalog köprüsü” te’sîsine çalışanlar, bu âyetin ifâdesiyle “necis” olan nesneye bulaşmış olurlar.
İslâmın bu sarih emrini ifâdeye kalktığımız için rahatsız olanlar, bir de iftirâ günâhını işlemekle vebâllerini arttırmış oluyorlar. Bütün müşrikler “ma’nen necis” sayıldıklarından, onlar ile “inanç” cihetiyle münâsebet kurulamaz. Kuranlar da, “necis” iş yapmış olurlar. Fakat, onlarla “beşerî münâsebet” cihetiyle temâs etmek yasaklanmamıştır. Çünkü, “pislik” olan onların maddî vücûdları değil, İslâmın kabûl etmediği yanlış inançlarıdır.
İshak Hocamızın ağzına sağlık. Tatlı sesiyle bu âyeti de bir güzel tilâvet etti, böylece bu yazıyı kaleme almama vesîle oldu.
Vakit