
Yeşil, ne güzel renktir! Çiçekler ne cânım varlıklardır! Ağaçlar, gönüllerin neş’esidir. Çiçek yetiştirmek, ağaç dikmek, yeşile can vermek, birer mukaddes hizmettir! Ağaç ve çiçek yetiştirmeye her zamankinden daha fazla şiddetle muhtâcız!
“Bu da nerden çıktı?” diyenler, dünyânın gerçeklerine gözlerini kapamış zavallılardır. Görmüyor musunuz İslâm dünyâsında akıtılan kanları, hayâtın baharını görmeden soldurulan çiçekleri, fidan gibi boylu boyuna uzatılan dîn kardeşlerimizi? Bunların cenâzelerini koymak için tabut lâzım değil mi? Bu kadar tabuta ağaç mı dayanır? Her gün “ağaç dikme” merâsimleri yapmaya, bütün vaazları bu mes’eleye ayırmaya değmez mi?
Ya hastahâneleri dolduran yaralılar veyâ o şansı da bulamayıp bir köşede kalmış bakımsız mecrûhlar? Onları bir demet çiçekle anma vazîfemizi yaparsak, beldelerimizdeki çiçeklerin sayısı kifâyet eder mi? Mecbûr değil miyiz mütemâdiyyen çiçek yetiştirmeye? Çiçek edebiyatı yapanlar, elleri öpülesi kişiler değiller midir?
Birileri de çıkmış, İslâm dîninin emridir diye yırtınıyorlar. “Eğer bir belde kâfirler tarafından işgál edilir de, oradaki Müslümanların o kefereleri topraklarından çıkarmaya güçleri yetmezse” imiş; “bütün dünyâ Müslümanlarının oraya imdât için koşması herkese farz olur” imiş! Böyle diyenler, çiçek ve ağaç edebiyatı yapan mübârek insanları da, o farz olan ibâdeti sulandırmaya çalışmakla itham ediyorlar!
Bir Vakit yazarı dostumuz diyordu ki:
“Bir Müslüman için taş bile muhteremdir; çünkü o da hayatımızın bir tanığıdır, yarın karşı karşıya geldiğimiz zaman bizim için tanıklık yapacaktır. Fakat, dağ başında bana saldırıya geçmiş bir yabanî hayvana aynı taşı fırlatır ve canımı kurtarırsam, ben ‘terörist’ mi olacağım?” (D.Ali Taşçı, Vakit, 3 Ağustos 05)
İşgálci nâmûssuzlar “ağaç ve çiçek” dilinden anlamıyorlar, ancak “taş” onlara gerekli cevâbı taşıyor. İyi de, mukaddes saydığın değerleri o yabânî hayvanların elinden kurtarmanın yolu “taş”tan geçiyor diye; ağaçlarla ve çiçeklerle süslenmiş bir tatlı hayâtı riske atmanın akılla bir ilgisi var mıdır? Kur’ân öğrenmen yasaklanırsa, daha fazla çiçek dikeceksin; tesettür ibâdetin horlanırsa, daha fazla ağaç yetiştireceksin! Sana namaz gereksizdir denirse, çiçek sulamaya koşacaksın; hacca gitmene kota konuyorsa, ağaç budamaya gideceksin! Zinâ serbest olmuşsa, çiçeklere bakıp tefekkür edeceksin; ibnelere lâf atanın burnu kırılıyorsa, ağaçlığa gidip derin nefes alacaksın!
Yine aynı yazar dostumuz diyor ki:
“İnsanları firavunlar köleleştirmez; firavunları köle ruhlu insanlar doğurur. Eğer İslâm âlemini oluşturan insanlar köle ruhlu değillerse, bu firavunlar çok yakın zamanda piramitlere döneceklerdir.”(agy)
Hüküm güzel, ama “eğer” ile başlayan cümlenin şartı olmazsa! “Köle ruhlu” olmayan insânlar, yâni ormanda üzerine saldıran vahşî hayvana karşı eline taş alıp fırlatan “insânlar” İslâm álemini oluşturursa; harîm-i ismetimize dalmış bu firavun ruhlu hayvân sürüleri ancak o zamân modern piramitlerine dönerlermiş! Velâkin, o zaman bizim “çiçek ve ağaç” destânları ile süslenmiş “dolçe vita”larımız ne olacak?
Tereddüde mahal yok, Karzaî, Talabanî, Kerimov, Abbas vb “taş düşmanı” liderler bizim dünyâmızın başında iken, çiçek ve ağaç sevgisiyle yaşamamıza kimse engel olamaz! Bize dînin fıkıh hükümlerini haykıranların da sesleri nasıl olsa kısılır gider!
Peki, bu firavun taslaklarını modern inleri olan piramitlerine kim dönderecek? Yârın aynı vahşet sürüleri bizim topraklarımıza çöreklenirse, bütün “taş” cinsini menfûr i’lân edip bağladığımıza göre, ellerimiz ağaçlardan armut mu toplayacak? O zaman bize “hoşgörü” çiçekleri ile zenginleştirilmiş ceviz ağacından “diyalog” sofraları açmazlar mı?
Çeçenistan dağlarından, Doğu Türkistan dağlarından, Afganistan dağlarından, Keşmir dağlarından ve dahi Mezopotamya ovalarından “taş” sesi geliyor “taş”! O taşlar taş üstüne konursa, modern firavunları kendi dünyâlarındaki piramitlerine dönme zahmetine bile sokmadan, o yabânî hayvan sürüleri için yeni piramitler inşâ edilemez mi?
Çiçekler ve ağaçlar aşkına taşlara ölüm!..
Vakit