
Eğer Müslümanlar arasında “edille-i şer’iyye” esas olsa, herkes de gönlünde en küçük bir sıkıntı hissetmeden o hükümlere boyun eğse, aramızda ihtilâf kalır mı? 1400 senedir bu ümmetin kısm’ı a’zamı “Kur’an, Sünnet, İcmâ ve Kıyâs” ölçülerini tercih etmiştir. Fakat, göbeğinde yaşadığımız bu Âhirzaman günlerinde ise o “sevâd-ı a’zam” terk edilmiş, Kaf Dağına çıkan enâniyetler birer Firavun gibi, “Bana göre” patikaları açmışlardır. O yüzden de ümmet arasında derin ayrılıklar su yüzüne çıkmıştır.
Birkaç yıl önce kendisini Kur’an’a vakfettiğini söyleyen bir kardeşimizle sohbet ediyorduk. Mes’ele de dinin seferilik mevzuu idi. Mezheblerin hükmünü söyledim, o kardeşimiz, “Üstâdın mutlak vârisi olan ağabeyler senin gibi söylemiyor” dedi. Değer verdiği zâtı mezheb imamlarından daha yukarıda zanneden kişi, nasıl olacak da kendisinden daha cahillere dinin emir ve yasaklarını aktarabilecek?.. Ölçümüz şahıslar olursa, şahıslar adedince de patikalar kaçınılmaz olacaktır. Eğer ölçü olarak ilim esas alınırsa, yani “edille-i erbaa” herkesi bağlayıcı hâle gelirse, o zaman herkesin taklit edeceği “tek” bir şahıs olur ki, o da yalnız ve yalnız Hz. Muhammed (sav)’dir.
Cahilin dini olmaz efendiler! Enâniyetlere yol veren unsur ise cehalettir. Cehaletin sırtına binen enâniyet firavuncukları ise cadde-i kübrâ-yı Kur’ânîden ayrı patikacıklar açmayı bilir, başka şeyden anlamaz.
Vakit