Risâle-i Nur Külliyâtının ikinci mühim eseri olan “Mektûbât” içinde yer alan “27. Mektub”, esas itibariyle “Nûrun birinci talebesi Hulusi bey” ve “Hulus-i sânî” olarak bilinen Sabri Efendi’nin Bediüzzaman Hazretleri’ne yazdıklarından ibarettir. Sonra teberrüken diğer talebelerin ve dostların mektupları ile Üstâd’ın bazı mektuplarının alınması üzerine hacmi kabararak Lâhika Mektupları meydana çıkmıştır. 27. Mektub’un esası olan o
İslâm’ın şuuruna vardığı andan itibaren gerçekten bir İslâm mücahidi gibi davranan, Allah’ın dininden zerre kadar taviz vermeden ilerleyen, hatta idam sehpasına çıkmakta tereddüd etmeyen merhum Seyyid Kutub; bir eserinde, Mevdûdî’nin İslâm ıstılahları kitabına atıfla şöyle diyor: “Her itikâdî tasavvuru ve ondan doğan içtimâî nizâmı, hatta dünyadaki bütün insanî faaliyetlere hakim olan nizamları içine alması bakımından,
Öyle diyor Yunus, “Sen derviş olamazsın” diyor. Zira, derviş dediğin kişi, “Dövene elsiz gerek” ve “Sövene dilsiz gerek” imiş. Nefsimi yokladım, o da aynen merhum Yunus gibi dedi: “Sen derviş olamazsın!” Fakat, kalbin bir köşesinden bir feryat yükseldi, itiraz etti: “Niçin olamayacak mışım? Benim neyim eksik?” Öbür sesin sahibi gayet sakin cevapladı: “Dinde bir kardeşin
Ne güzel başlık. Genç ve faal kardeşimiz Serdar Arseven’in bana da imzalayıp lûtfettiği son çalışması. Her şeyden önce başlık çok güzel ve çarpıcı. Gerçekten bütün âlem bir “sona” doğru finişe kalkmış halde. Bizim Serdar, mesleği ve kariyeri gereği sadece bu ülkedeki son’la ilgilendiği için umûmiyetle buradaki gidişatın “sona doğru” meyil aldığını anlatmaya çalışıyor. Okuyanlar görecek
Rejimin Kur’ân’a ve İslâm’a toptan hücum etmesi üzerine bütün gücü ile semavî sisteme sahip çıkan Bediüzzaman Hazretleri (r.a.), rejimin bütün suikastlerine rağmen Hıfz-ı ilahî ile yıkılamadı. Vicdanında inanç bulunan Anadolu çocukları ise o zata sahip çıkmakta gecikmediler.. Üstadın ilk talebeleri arasında asker olanlar da az değildi. Albay Hulusi Yaylagil, Binbaşı Asım Bey Yüzbaşı Refet Barutçu,
Beş sene önce 2002’in 28 Şubat günü Perşembe’ye denk gelmiş, bu sene ise Çarşamba günü idrâk ediyoruz. Ma’lûm, “28 Şubat” deyince, ülkemiz insanının ekserîsi güzel hislerle coşmuyor. Beş sene önceki yazıma baktım, âlem-i İslâm’ın hüzünlü hâli beni böyle bir yazı yazmaya sevk etmiş. Siz de bir daha bakınız, yanlış mı hislenmişim? O günkü yazı aynen